17 Eylül 2007 Pazartesi

Park İşaretleri

Türkiye'deki park işaretlerinin ne anlama gelmesi gerektiğini, fakat günlük kullanımda ne anlama geldiğini öğrenelim:

Bu işaret, normalde park etmenin yasak olduğunu fakat 15 dakikayı geçmeyecek şekilde duraklanabileceğini belirtir. Fakat Türkiye'deki kullanımında, etrafta polis yoksa park edilebileceğini, etrafta polis varsa size ceza yazılacağını haber verir. Polis etrafı kolaçan ederken arabanızın yanından ilk geçişinde plakanızı ve saatinizi not eder. İkinci geçişinde ön cam sileceklerinizden birini kaldırır. Üçüncü geçişinde ceza yazar. Bu geçişler arasındaki süre 15'er dakikadır.


Bu işaret, normalde park etmenin ve duraklamanın yasak olduğunu belirtir. Fakat Türkiye'de 15 dakikayı aşmayacak şekilde duraklayabileceğiniz anlamını taşır. Etrafta polis varsa ilk geçişinde cam sileceğinizi kaldırır. İkinci geçişinde arabanızı çektirir. O yüzden bu işaretin olduğu yerde duraklarken etrafta polis var mı diye kontrol edin. Polis yoksa, en fazla 15 dakika içerisinde geri gelin. Ayrıca plakanız, bulunduğunuz şehrin plakasından farklıysa bu işaretin olduğu yerde kesinlikle duraklamayın. Bütün trafik işaretlerinin yabancı plakalı arabalar için anlamı, yerli plakalı araçlar için olanınkinden farklıdır.


Bu işaret, normalde oraya park edilebileceğini gösterir. Fakat sadece taksi, fayton ve minibüsler için ayrılmış özel park yerlerinde görülür. Normal araç sürücülerinin böyle bir işaretle karşılaşmaları imkânsızdır. İşaretin amacı, oraya sadece yukarıda belirtilen araçların park edebileceğini göstermektir. En lüzumsuz trafik levhası olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü taksi ve minibüslerin duraklarına park etmek istediğinizde birisi gelip sizi zaten uyarır.


Bu işaretler, haftanın tek ve çift günlerinde oraya park edilemeyeceğini gösterir. Ama sürücüler, bu işaretle çok fazla karşılaşmadıkları ve işaretin anlamını tam bilmedikleri için, levha üzerindeki çapraz işareti sebebiyle bunun park edilmez levhası olduğunu sanıp 15 dakikadan uzun süreli orada durmamaya özen gösterirler. Haftanın tek günü mü yoksa çift günü mü olduğuna kimse dikkat etmez. Dikkat edenler de "acaba haftanın gününün mü tek-çiftliğine bakacaktık, yoksa ayın mı?" diye tereddüt ederler. Bu tür yanlış anlaşılmalar sebebiyle Park Edilmez levhasından daha etkili olur. Bundan dolayı, bu levhanın Park Edilebilir işaretinden biraz daha lüzumlu ve kullanışlı olduğunu söyleyebiliriz.

Bütün bunları neden mi anlattım? Şundan dolayı: Bugün oğlanı sağlık ocağına götürüp aşısını yaptırdıktan sonra arabamın yanına geldiğimde öndeki aracı polislerin çektiklerini gördüm. Arabamızın çekilmesine ramak kalmıştı yani... Siz, siz olun, arabanızı polislerin cirit attığı yerlere park etmeyin. Yoksa arabanızı geri almak için bir sürü uğraşırsınız.

(Levha resimlerini Emniyet'in web sayfasından aldım. Kendilerine teşekkür ederim.)

31 Ağustos 2007 Cuma

Gözlük

Bugün Selim'in sağlık karnesini almaya giderken gözlüğüm kırıldı. Selim'i doktora götürdükten sonra kendimi de doktora götürüp gözlük yazdırdım. Yeni gözlüğüm eskisi gibi küçük olacak ama camların üst tarafını tutan bir çerçeve de olacak.

Artık dünyaya daha farklı bir şekilde bakacağım.

28 Ağustos 2007 Salı

Oğlumuz Selim

Oğlumuz Selim için bir blog oluşturdum. Resimlerini ve başından geçenleri http://selimdogan.blogspot.com adresinden takip edebilirsiniz.

5 Ağustos 2007 Pazar

Pan'ın Labirenti

İzne çıkmam dolayısıyla Çarşamba günümü Pan'ın Labirenti isimli filme giderek değerlendirdim. Her nedense çalıştığım günlerde sinemaya gitmeye pek fırsat bulamıyorum. Bu yazıda Pan'ın Labirenti hakkındaki yorumlarımı yazacağım. Filmi izlemeyip de izlemeyi düşünenler varsa yazının geri kalan kısmını okumayabilirler. Çünkü filmdeki düğüm, filmin sonunda çözümleniyor. Yorumlarım, filmin son kısmını içereceğinden böyle bir uyarıyı gerekli görüyorum.

Bir arkadaşım, film hakkında yapılan bir yorumda şöyle söylendiğini okumuş: "Bu film ya bu zamana kadar çekilmiş en güzel film olacak, ya da kısa bir zaman sonra unutulup gidecek" (Bu yorumu kimin yaptığını bilmiyorum).

Sinema Yazarları Derneği, Pan'ın Labirenti'ni yılın en iyi yabancı filmi seçmiş. Filmin resmî sitesinde de Webby Awards tarafından en iyi sinema, en iyi sanat yönetmeni ve en iyi makyaj ödülleri kazandığı yazıyor. Eskişehir AFM, film ödül aldıktan sonra izlemeyenler için filmi tekrar getirmiş. Son haftasında Y.O. hocamla birlikte gidip filmi izledik.

Filmin içeriği hakkında film tanıtımlarında kısaca şu bilgiler veriliyor: "10 yaşındaki Ofelia, yeni taşındığı evin arka bahçesinde esrarengiz bir labirent keşfeder. Labirentin içerisinde yaşayan Pan adındaki bir yaratık, küçük kızın tüm yaşamını değiştirecektir." Bu tanıtımdan sonra filmin fantastik konulu bir film olduğunu düşünmüştüm. Sinemaya girmeden önce filmin türünün Gerilim olduğunu görünce "Gerçekte bir gerilim filmi ama fantastik tarafı çok ağır değil mi acaba?" diye düşünmüştüm. Fantastik filmlerden hoşlanan biri olarak, filmi izleyince hayal kırıklığına uğrar mıyım diye endişelenmeye başlamıştım. Ayrıca "para verip de kendini korkutmayan" bir insan olarak, bir gerilim filmine giderek hata mı ettiğimi sorgulamaya başlamıştım. Zira biletleri alırken biletçi bayan, "İzleyiciler arasında 13 yaşından küçük kimse var mı?" diye sormuştu. Her neyse.. "Girelim de görelim" diyerek filmi izlemeye başladık.

Gündüz vakti olduğu için salonda çok fazla seyirci yoktu. Y.O. hocam ve ben salondaki en yaşlı izleyicilerdik. Diğer izleyiciler 14-15 yaşlarındaki çocuklardı. Filmin bir çocuk filmi olduğunu sanmışlar herhalde... Harry Potter da bir çocuk kitabı ve filmi olarak ortaya çıkmıştı ama sonlara doğru çocuklara göre olmaktan çıkmıştı. Şimdiki çocuklar, her fantastik filmin çocuk filmi olduğunu düşünüyorlar galiba...

Film başladığında konuşmaların İngilizce olmadığını fark ettik. İspanyolca mı yoksa İtalyanca mı diye tartışırken, filmin 1944 İspanyası'nda geçtiğini görünce İspanyolca olduğuna kanaat getirdik. Az önce yaptığım bir araştırma sonunda, filmin İspanya ve ABD ortak yapımı olduğunu öğrendim. Avrupa yapımı filmleri çok beğenmediğim için, hayal kırıklığına uğrayacağım korkusu içimde tekrar kabarmaya başladı.

Filmin baş kahramanı, 10 yaşındaki Ofelia, hamile annesiyle beraber bir yolculuk yapıyor. Yolda durakladıkları bir sırada Ofelia, yerde bulduğu bir taşın yakındaki bir heykelin gözü olduğunu fark ediyor ve taşı yerine yerleştiriyor. Bu sırada heykelin içerisinden bir çekirge çıkıyor ve yola devam eden Ofelia'yı takip ediyor. Ofelia, bu çekirgenin aslında bir peri olduğunu inanıyor. Ofelia'nın elinde tuttuğu masal kitaplarından da, Ofelia'nın nasıl bir hayal dünyası olduğunu anlayabiliyoruz.

Gittikleri yer, askerî bir kamp... Ofelia'nın annesi, bu kampın sert mizaçlı, acımasız komutanıyla evlenmişti ve komutan, bir çocuğun mutlaka babasının yanında doğması gerektiğine inandığı için, eşinin durumu yolculuğa uygun olmamamasına ve kampın olumsuz koşullarına rağmen eşini yanına çağırmıştı. Annesi, Ofelia'nın, üvey babasına "Baba" diye hitap etmesini istiyordu ama Ofelia bir babadan beklediği sıcaklığı göremediği için komutana "Baba" diye hitap edemiyordu.

Kamp, komünist oldukları kanaatine vardığım isyancıları bastırmak için kurulan bir kamptı. İsyancılarla askerler arasında zaman zaman çatışmalar oluyordu. Ofelia, kendi hayal dünyasına taban tabana ters düşen bu ortamdan pek hoşlanmıyor ve bir çıkış yolu arıyordu. Yolda karşılaştığı ve kendisini takip eden çekirgenin yol göstermesiyle evlerinin arka bahçesindeki labirenti keşfederek belki de bu çıkış yolunu buluyordu.

Labirentte Pan isimli bir yaratıkla karşılaşıyor ve Pan, Ofelia'nın aslında bir prenses olduğunu, fakat bundan emin olmak için üç testten geçmesi gerektiğini söylüyor. Testlerin ne olduğunu göstermesi için Ofelia'ya sayfaları boş olan bir kitap ve üç tane taş veriyor. Kitabı, sadece yalnız olduğu zamanlarda açmasını tembihliyor. Ofelia evine dönüyor ve yalnız kaldığı bir sırada kitabı açıyor. Boş sayfada masal kitaplarındakine benzer resimler ve yazılar beliriyor. Ormandaki bir ağacın kurumakta olduğunu ve bunun sebebinin de ağacın köklerine musallat olmuş dev bir kurbağa olduğunu okuyor. Ofelia, Pan'ın kendisine verdiği taşları bu kurbağanın ağzına koymalı ve kurbağanın yuttuğu anahtarı almalıdır. Ofelia, bu görevi başarıyla yerine getirir.

Ofelia'nın ikinci görevi, Pan'ın verdiği bir tebeşirle odasının duvarına bir kapı çizerek bu kapı aracılığıyla çocukları yiyerek beslenen bir yaratığın odasına girmek ve önceki görevde ele geçirdiği anahtarla yaratığın odasındaki kilitli bir kutuyu açıp içindekini almaktır. Bu görevi yerine getirirken, yaratığın odasındaki hiçbir yiyeceği yememesi ve Pan'ın verdiği bir kum saatindeki kumlar bitmeden geri dönmesi gerekmektedir. Ofelia yaratığın odasına girdiğinde yaratık uyumaktadır. Kutuyu açıp içerisinden çıkan bir hançeri alır. Fakat yemek masası üzerindeki yiyeceklerden canı çok çeker ve kendisine eşlik eden perilerin engel olmaya çalışmalarına rağmen iki üzüm tanesini yer. Üzümleri yemesiyle yaratık uyanır ve Ofelia'yı kovalamaya başlar. Ofelia son anda kurtulmayı başarır. Fakat üzümleri yediği için görevi başarıyla yerine getirememiştir. Pan çok sinirlenir ve Ofelia'nın herşeyi berbat ettiğini söyler. Artık sonsuza kadar Pan'ın ve perilerin gerçek dünyaya gelemeyeceklerini, Ofelia'nın da bir ölümlü olarak hayatına devam edeceğini söyler.

Bu sıralarda Ofelia'nın annesi, çok zor bir hamilelik geçirmektedir. Askerlerle isyancılar arasındaki olaylar da devam etmektedir.

Uzun bir aradan sonra Pan, Ofelia'yı görmeye gelir. Ona bir adamotu verir ve bunu süt dolu bir tabağın içine yerleştirip annesinin yatağının altına koymasını ve hergün iki damla kanla beslemesini söyler. Ofelia kimseye göstermeden bunu yapar ve annesinin ağrıları birdenbire kesilir. Bu duruma doktor da çok şaşırır.

Adamotunu beslemek için annesinin yatağının altına girdiği bir gün, babası gelir ve onu çıkarır. Annesi, Ofelia'nın yaptığı bu saçma işe çok üzülür ve adamotunu ateşe atar. Bu sırada durumu birden kötüleşir ve doğum yapar. Bebek sağlıklı bir şekilde doğar fakat anne ölür.

Pan, Ofelia'nın yanına tekrar gelir ve son bir şans vererek kardeşini alıp labirente getirmesini ister. Ofelia, üvey babasının yanında duran kardeşini alırken babasına yakalanır. Babası Ofelia'yı takip eder. Bu sırada isyancılar da kampa saldırmaya başlarlar. Askerlerle isyancılar arasında çatışmalar devam ederken, komutan da oğlunun derdine düşer ve Ofelia'yı takip eder. Ofelia labirentin ortasına geldiğinde Pan'la karşılaşır. Pan'ın elinde ikinci görevde edinilen hançer vardır. Perilerin dünyaya gelebilmeleri için bir masumun birkaç damla kanının labirente akıtılması gerekmektedir. Ofelia ise buna izin vermez. Pan sinirlenir ve bu arada komutan da labirentin ortasına ulaşır. Filmin burasına kadar Pan'ı sadece Ofelia'nın yanında görmüştük. Şimdi ortama yabancı birisi, yani komutan da gelmiştir. Fakat komutanın gördüğü tek şey, kendi kendine konuşan Ofelia'dır; yani Pan'ı görememektedir. Çocuğunu kendisinden ayırmaya çalışan Ofelia'ya çok kızmış olan komutan, oğlunu Ofelia'nın kucağından alır ve cebinden çıkarttığı tabancasıyla Ofelia'yı vurur. Sonra labirentin çıkışına doğru yola koyulur.

Ofelia'nın kanları, labirentin ortasına damlamaktadır. Belki de bu şekilde bir masumun kanı labirente dökülmüş olmaktadır. Böylece tılsım çözülmüş ve hedefledikleri şeye ulaşılmıştır. Ofelia kendisini başka bir alemde bulur. Pan, kardeşinin kanı yerine kendi kanını döken Ofelia'ya, doğru hareketin bu olduğunu ve görevi başarıyla yerine getirdiğini söyler. Ofelia, masallar diyarının prensesi olur. Masallar diyarının kralı ve kraliçesi, önceden vefat etmiş babası ve annesidir. Anne ve babasıyla sonsuza kadar mutlu bir şekilde yaşar.

Gerçek dünyada ise asiler kampı ele geçirip bütün askerleri öldürmüşlerdir. Komutan labirentten çıkınca oğlunu elinden alıp komutanı öldürürler.

Filme yorum getiren bir dış ses, Ofelia'nın prensesliğinin bundan sonra devam ettiğini ve masallara inananlara, kendine göre bazı işaretler verdiğini söyler ve film sona erer.

Film oldukça sürükleyici idi ve Pan'ın Ofelia'ya verdiği görevler sonunda ne olacağı ve nelerin nasıl değişeceği sürekli merak konusu idi. Fakat film sona erdiğinde Ofelia ölmüştü ve insanlar hayatlarına eskisi gibi devam ediyorlardı.

Yani, ya filmin başından beri izlediğimiz herşey bir masaldı; ya da gerçek dünyada kendisini masallara kaptırmış şizofren bir çocuğun son günlerindeki maceralarını izliyorduk.

Bana göre ikinci olasılık daha ağır basıyor.

Fakat bu şekildeki bir yorumun, filmin kıymetini ve güzelliğini göstermediğini düşünüyorum.

Bence filmde anlatılan şey, kendisini acımasız ve sert bir ortamda bulan küçük bir çocuğun, bu acımasızlıktan kendisini bir nebze olsun uzaklaştırabilmek için hayal dünyasında yaşamaya çalışması idi. Yani film, ne bir gerilim filmi idi, ne de fantastik bir film.. gerçek dünyada geçen sosyal ve psikoloji konulu bir film idi; fakat fantastik ve gerilim öğeleriyle zenginleştirilmişti.

İzlemediyseniz izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

11 Mayıs 2007 Cuma

Üçlemeler

Beğenilen filmlerin devamı niteliğindeki filmlerin çekilmesiyle, sinema literatürüne "üçleme" tabiri girmişti. Bu hafta gösterimde bulunan Örümcek Adam 3'ün ve önümüzdeki haftalarda gösterime girecek olan Ocean's 13, Karayip Korsanları 3 ve Şrek 3 filmlerinin ortak özelliği, hepsinin de üçüncü bölüm olmaları... Mr Bean Tatilde filminin ise serinin kaçıncı filmi olduğunu bilemiyorum...


6 Mayıs 2007 Pazar

Tarihe geçen 10 hacker saldırısı

Radikal gazetesinde yayımlanan bir yazıyı, sonradan da erişebilmek amacıyla bloguma kopyalıyorum:

Tarihe Geçen 10 Hacker Saldırısı

Hacker olarak adlandırılan bilgisayar suçluları merak, kişisel tatmin ya da şöhret olma içgüdüsüyle her gün binlerce sistemi tehdit ediyor. İşte aradan sıyrılan 10 örnek

1983

Adını her dönem güvenlik uzmanlarına hatırlatacak Kevin Poulsen adlı korsanın sıralamaya girecek boyuttaki ilk icraatı daha öğrenciyken ABD'nin bütün güvenlik ve savunma ağının bağlı olduğu (ve internetin doğumunda model olarak rol oynayan) bilgisayar ağına sızar. Bir güvenlik açığını keşfederek başardığı bu sızma sonunda geçici de olsa ülkenin bütün savunma sisteminin kontrolünü elinde tutmayı başarır.

1988

23 yaşındaki üniversite öğrencisi Robert Morris'i tanımıyor olsanız da hâlâ hemen her gün onun attığı tohumun zehriyle karşılaşıyor hatta belki mağduru oluyorsunuz. Morris, internetin ilk solucan (worm) virüsünün yazarı. 99 satırlık bir deneme projesi olarak 'ortaya saldığı' solucan virüsü bilgisayardan bilgisayara bulaşma özelliğiyle o dönemde bile büyük sorun yaratmış ve iki yıl hapse mahkûm olmuştu.

1990

27 yaşındaki Amerikalı bilgisayar tutkunu Kevin Mitnick, bilgisayar sistemlerine sızma denemelerinde çıtayı iyice yükselterek başta Nokia, Fujitsu, Motorola ve Sun Microsystems firmaları olmak üzere önüne gelen her yere girmeye ve bilgileri kopyalamaya başlar. Uzun süreli bir takip sonucu Mitnick'i yakalamayı gurur meselesi yapan FBI için çalışan rakip meslektaşı tarafından yakalandığında birçok kişi rahat bir nefes alır. Beş yıl hapis yatan Mitnick hiçbir elektronik cihaza yaklaşmama ve kullanmama şartıyla serbest bırakılır. Şu an pek çok eski hacker gibi bir siber güvenlik danışmanı...

1990

Adını yeniden anacağımız Kevin Poulsen'in bu seferki hedefi lüks bir spor arabaydı. Los Angeles'taki bir radyo istasyonu kendilerini arayacak 102. dinleyici için son model bir Porsche vereceğini duyurunca Poulsen telefon sistemini eline geçirerek kendisi dışındakilerin telefonu kullanmasını engelledi. Aracı kazandı ancak iki yıl hapis cezasından kurtulamadı.

1993

Kendilerine Masters of Deception adını veren bir hacker grubu hedef olarak Amerikan iletişim sistemini belirler. Üstelik bunda hayli başarılı da olur. Ülkenin en gizli ve karanlık kurumu NSA da dahil olmak üzere bankalar, telekom şirketleri gibi önlerine gelen bütün sistemlere girerler. Yaptıklarıysa daha çok uluslararası aramaları bedavaya getirmektir.

1995

Rus hacker Vladimir Levin, siber tarih yapraklarında banka soyan ilk insan oldu. Citibank'ın Amerika'daki ağına Rusya'daki evinden girmeyi başaran Levin, bankanın hesabından 10 milyon doları buhar etti. Sefahat içindeki yaşamı Londra'da İnterpol tarafından yakalanmasıyla son buldu. Yapılan araştırmada paraları Amerika, Finlandiya, Hollanda ve İsrail'deki hesaplarına aktardığı ortaya çıktı.

1996

NASA ve ABD donanması için bileşenler üreten Omega Engineering adlı firmanın sistemine altı satırlık bir kod ekleyen Timothy Lloyd kurumsal ölçekteki en büyük hasarı verdi. Zamana ayarlı bir mantık bombası içeren yazılım çalıştığı anda kurumun bütün üretim verilerini silmeye başladı. Zarar 10 milyon dolar olarak belirlendi.

1999

O yıllarda 30 yaşında olan David Smith, Las Vegas'ta strip dansı yapan sevgilisi Melissa'nın adını verdiği virüsüyle dünyanın her yerinde adından söz ettirdi. Dünya çapında 300 firmanın bilgilerinin tamamen silinmesine yol açan bu virüs toplamda 400 milyon dolarlık hasara yol açtı. Yakalanan Smith beş yıl hapse mahkûm oldu.

2000

Yaşı küçük olduğu için gerçek ismi açıklanmayan ancak internette MafiaBoy adıyla 'çalışan' hacker, aralarında Yahoo, eBay ve Amazon gibi dev sitelerin de bulunduğu 52 ağ üstündeki 75 sunucuya sızarak terör estirdi. 2000 yılında yakayı ele verip tutuklanıncaya kadar da faaliyetlerine devam etti.

2002

Sanal Alem sayfasında da yer verdiğimiz İngiliz Gary McKinnon, evinde geçirdiği uykusuz saatleri bilgisayar sistemlerine sızarak değerlendirmeye karar veren başka bir hacker. ABD savunma ağına girerek 90'ın üstünde sisteme girmeyi başaran McKinnon anavatanında yakalanarak hapse konuldu ve yargılanmasına devam ediyor. Ancak ABD onu kendi ülkesinde yargılamak istiyor.

5 Mayıs 2007 Cumartesi

Pythagoras Switch

Bugün Pythagoras Switch isimli bir anime'ye rastladım. Çocuklar için hazırlanmış, eğitici, hoş bir program. Bizim Susam Sokağı'na biraz benziyor. En güzel tarafı ise bence aralara serpiştirilmiş bulunan, bir topun yuvarlanıp değişik nesneleri devirdiği, döndürdüğü, düşürdüğü küçük filmler.. Sırf bu filmler için bu programın izlenebileceğini düşünüyorum.

Aşağıdaki adresten programın bir bölümünü Japonca seslendirmeli ve İngilizce altyazılı izleyebilirsiniz:

Pythagoras Switch

2 Mayıs 2007 Çarşamba

Metro Haritaları

Aşağıdaki adreste Dünya üzerindeki bütün metroların haritaları mevcut. Bir gün giderseniz ihtiyacınız olabilir.

http://www.amadeus.net/home/new/subwaymaps/en/index.htm

1 Mayıs 2007 Salı

Televizyonsuz Bir Hafta

23-29 Nisan haftası, televizyon izlememe haftası imiş. Aşağıdaki yazıyı televizyonseyretmiyorum.com sitesinden aldım. Kısa ve güzel bir yazı.

Televizyonsuz Bir Hafta

Bir akşam Jeremy okuldan eve sıkıntılı bir şekilde geldi. İngilizce öğretmeni ona bir ev ödevi vermişti: "Televizyonu bir hafta boyunca kapat ve bu deneyimini kaleme al."

Ne kadar düşündüyse içinden çıkamadı çocuk. Tam bir hafta televizyonsuz yaşamak aklın alacağı şey değildi. "Oğlum paniklemişti" diyordu Jeremy'nin babası. "Ödev üzerinde düşündükçe, korkusu bakışlarından anlaşılabiliyordu." Aslında Conrad ailesi televizyon bağımlısı değildi. Fakat profesyonel basketbol maçları onların en zayıf yönleriydi. İşin aksi tarafı, tam o sıralarda NBA maçları oynanıyordu. Daha da kötüsü, o bir hafta içinde, yaşadıkları şehrin takımı bir dizi maç oynayacaktı. Bu yüzden "öğretmen bu ödevi sanki Jeremy'ye değil de bana vermiş gibi ağır geldi" diyordu Jeremy'nin babası.

Sonuç herkes için sürpriz oldu. Bütün aile çok farklı bir hafta geçirdi. Televizyondan seyredemedikleri iki önemli maçı tribünlerde seyrettiler. Tiyatroya gittiler, arkadaşlarını ziyaret ettiler. Evde o zamana kadar yapamadıkları meşgaleler buldular. Örneğin; mutfakta anneye yardım ettiler. Dahası Jeremy piyano derslerine başladı. Emekli öğretmen olan baba "Meğer ne kadar çok vaktimiz varmış" derken, ilginç bir benzetme yaptı: "Bir haftalık tecrübemle herkese diyorum ki, televizyonunuzu kapatın. Bu küçük iş, sizin beyninizi mısır lâpası olmaktan kurtaracaktır."

30 Nisan 2007 Pazartesi

RSS ile takip



Sayfamı RSS okuyucularla takip edebilmek için, sayfanın en altındaki "Kaydol (Atom)" linkinde kullanılan adresi, gözde RSS okuyucunuza kaydedebilirsiniz.

Eğer 1.0 versiyonunu kullanmak isterseniz http://muzafferd.blogspot.com/feeds/posts/default adresini, 2.0 versiyonunu kullanmak isterseniz http://muzafferd.blogspot.com/feeds/posts/default?alt=rss adresini Google Reader, Outlook 2007 ya da Internet Explorer 7.0 gibi RSS okuyabilen programlara girebilirsiniz.

Böylece sayfama eklenen yazılardan çabucak haberdar olabilirsiniz.

25 Nisan 2007 Çarşamba

Harry Potter Kitapları

M.A. arkadaşımın isteği üzerine Harry Potter serisindeki kitapların isimlerini yazıyorum:

1. Harry Potter ve Felsefe Taşı
2. Harry Potter ve Sırlar Odası
3. Harry Potter ve Azkaban Tutsağı
4. Harry Potter ve Ateş Kadehi
5. Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı
6. Harry Potter ve Melez Prens
7. Harry Potter ve Ölümcül Kutsamalar (veya Ölümcül Takdis)

Bunlardan ilk dördünün filmi çekildi. İlk üç kitapta hiçkimse ölmezken, dördüncü kitaptan itibaren ölümler başlıyor. Hatta serüvenler korkunçlaşmaya başlıyorlar. Hatırladığım kadarıyla Ateş Kadehi filmini izlemek için 13 yaş sınırlaması getirilmişti. Zümrüdüanka yoldaşlığı ile birlikte savaşlar ciddileşiyor. İlk kitap, çocuklara yönelik bir kitap olmasına rağmen, sonraki kitapların çocuklara göre olduğunu düşünmüyorum.

Harry Potter kitabını ilk olarak televizyon reklamlarında görmüştüm. Bu reklamlardan dolayı merak edip aldığımda, kitabın oldukça sürükleyici olduğunu gördüm. Bundan sonra diğer kitapları da çıktıkları gibi satın aldım. Her kitap, ilki gibi sürükleyiciydi. Ne kadar kalın olurlarsa olsunlar, 3-4 gün içerisinde okunup bitiyorlar.

Fantastik hikayelere ilgi duyanlara, Harry Potter serisini okumalarını şiddetle tavsiye ederim.

18 Nisan 2007 Çarşamba

Harry Potter - Yedinci Kitap ve Beşinci Film

Harry Potter'ın yedinci kitabı ve beşinci filmi, ikisi birden 21 Temmuz 2007'de satışa sunulup sinemalarda gösterime girecekmiş.

Filmin altıncı ve yedinci bölümlerinde, önceki bölümlerde Hermione'yi canlandıran Emma Watson oynamayı düşünmediğini açıklamış. "Harry Potter'da oynayan kız" imajından sıkıldığı için böyle bir karar almış. Bakalım zaman, kendisini bu kararından caydırabilecek mi?

Bu arada, geçenlerde bir televizyon kanalındaki haberler arasında Harry Potter'ın son kitabından bahsedildiğini gördüm. Fakat bu haberi en sonlara sakladıklarını anlayınca haberleri izlemeyi bıraktım. Harry Potter'ın son kitapta öleceğine dair birşeyler söylüyorlardı... Kitap çıkınca okuyup bunun doğru olup olmadığını göreceğiz.

Karayip Korsanları 3

Karayip Korsanları filminin üçüncüsü 23 Mayıs'ta gösterime giriyormuş. Ülkemizdeki televizyon kanalları, yakın zamanda filmin ilk iki bölümünü yayınlayarak filmi bize hatırlatırlar herhalde...

Filmi merakla bekliyorum. Uzun zamandır sinemaya gitmeyişimi, bu filmle sonlandırabilirim belki...

Filmin tanıtıcı filmini aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

YouTube - Pirates of the Caribbean 3 Trailer (high quality)

17 Nisan 2007 Salı

İlk mesaj

Bu sayfayı okuyan herkese selamlar...

Blog kullanmayı yeni yeni öğreniyorum. Öğrendikçe buraya yeni yazılar eklemeye çalışacağım.

Şimdilik bu kadar... Ama blog sayfamı izlemeye devam edin.